Yenisohbetim.tr.gg
Image by Cool Text: Free Graphics Generator - Edit Image
   
  yenisohbetim
  ibo ödev
 
DENEME NEDİR? Bir insanın herhangi bir konuda içini dökmek, paylaşmak amaçlı kesin hükümlere varmadan samimi bir üslupla yazdığı yazılara deneme denir. Deneme tür ve üslup olarak pek çok türe yaklaşır. Bu yüzden de yazılması en zor olan türlerdendir. Belki de adı bu yüzden denemedir. Deneme yazarken paylaşımcı ve samimi bir üslup kullanırken sohbete, düşünmemizi ortaya koyarken fıkraya, duygularımızı ortaya koyarken eleştiriye yaklaşma riski her zaman vardır. Bu türün en büyük ustası Montaigne kitabının önsözünde özetle şöyle demektedir: "Eğer mümkün olsaydı karşınıza anadan doğma çıkardım. Bu kitapta size asla bir şey kanıtlama iddiam yoktur. Elimden geldiğince size beni anlattım. Bana hak vermenizi ya da yargılamanızı istemiyorum" buradan da anlaşıldığına göre denemeler iddialı olmayan, ispat kaygısı taşımayan; temel anlamda insan doğallığına dayanan eserlerdir. Deneme, Avrupa edebiyatı’nda Fransız Montaigne ile başladı. Türk edebiyatında ise Tanzimat sonrasında özellikle de Servet-i Fünûn döneminde karşımıza çıkar. Ancak asıl gelişmesini Cumhuriyet dönemi’nde gerçekleştirir. Günümüzde deneme en sevilen türlerden biridir. Eskiden denemeye verilen "muhasebe" ismi, onun konusu hakkında bir ipucu vermektedir. Çünkü denemeler toplumsal konulardan daha çok kişisel: konulara, soyut dünyalara ve iç hesaplaşmalara daha yakındır. Bu yönüyle fıkra türünden ayrılır. Fıkralar toplumsal konulara kişisel yaklaşımlar getirirken deneme iç dünyanın samimi itirafı gibidir. Denemeye özgü bir konu türü yoktur. Özgürce seçilen bir konuda, yazarın kendi kendiyle konuşma havası içinde yazdığı yazı türüdür. Yazının konusu yazarın o anda aklına geliveren bir konu görünümündedir. Öğretici ve düşünsel yanı da vardır. Denemenin belirleyici özellikleri nelerdir? . Makale gibi düşünsel plânla yazılır. Fakat makaleden kısa yazılardır. . Yazar anlattıklarını kanıtlamak zorunda değildir. Bilimselden çok kişisel görüşünü açıklar, okuyucusunu kendisi gibi düşündürme kaygısı yoktur. . Günübirlik yazılardır, en beğenileni bile birkaç gün sonra unutulur. Serbest düşüncenin ifade alanı ve nesrin bir türü olarak deneme, yazarın gözlemlediği ya da yaşadığı olay, olgu, durum ve izlediği objelerle ya da herhangi bir kavramla ilgili izlenimlerinin herhangi bir plâna bağlı kalmayarak, deliller getirip kanıtlama yoluna gerek duymadan ve kesin hükümler vermeden, tamamen kişisel görüşüyle serbestçe yazıya döktüğü birkaç sayfayı geçmeyen kısa metinlere denir. Deneme, derin düşünceden çok, kişinin kendi dışındaki nesnelerle herhangi bir konuda gerçek ya da hayalî olarak girdiği diyaloğun ürünüdür. Deneme yazarı, olay, olgu, durum ve eşyalarda sıradan insanların eskilerin ifadesiyle ülfet ve ünsiyet perdesiyle göremediği, farkına varamadığı ayrıntıları, dikkat etmediği hususları, incelikleri, güzellikleri, harikaları, olağanın altında yatan olağanüstülükleri görebilen, hissedebilen, düşüncesiyle ve deneyimleriyle onları okuyucular için ilginç görülebilecek şekilde yazıya dökebilen insandır. Sıradan insanın "baktığı" şeyi deneme yazarı "görür". Deneme dilinde çeşitli bilim, felsefe ve sanat dallarına ait terimlere yer vermekten ziyade, halk çoğunluğunun ortak günlük konuşma dilinin düşünce diline dönüştürülmesi çabası hâkimdir. Denemede bilimsel yazılardaki kuruluk ve şematiklik bulunmaz. Düşünce şiirsel, akıcı, samimî bir üslûpla sunulur. Bu bakımdan deneme yazılarının geniş halk yığınlarınca kolayca ve rahatlıkla okunabilme özelliği vardır. Deneme yazarı yazısını yazarken, bir anlamda kendi kendisiyle diyalog içindedir. Kendi zihinsel âleminde düşünce temrinleri yapar. Felsefî metinlerde filozof, yazısında kendince sistemini kurduğu felsefî bir anlayışa, sistematik felsefî bir dünya görüşüne bağlı olarak düşüncelerini ortaya koyar. Ortaya koyduğu her metin, kendi felsefî bakış açısının birer açılımı, ayrıntısı mahiyetindedir. Ancak denemede böyle sistematik bir düşünceye bağımlılık zorunluluğu yoktur. Denemecinin yazısında ileri sürdüğü düşünce, herhangi bir felsefe ekolüyle ilintili olmayabilir. Ancak filozof yazısında kurduğu ekole bağlı düşünce üretme çabası içindedir. Klâsik Türk edebiyatındaki münşeât mecmualarındaki yazılar ve Kâtip Çelebi (16091657) gibi yazarlar bir tarafa bırakılırsa, modern anlamda deneme türü, Türk edebiyatında asıl olarak gazete ile birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. İlk özel gazete Tercümanı Ahval (1860)'in yayın hayatına başlamasından itibaren gazetelerde çıkan değişik yazılar, zamanla ayrı bir tür olan deneme için dil, anlatım ve yaklaşım bakımından zemin oluşturmuşlardır. Tanzimattan itibaren bir süre gazete ve dergilerde "musâhabe" üst başlığı altında deneme benzeri yazılar kaleme alınmıştır. Türk edebiyatında deneme türünde pek çok ürün verilmiştir. Bu tür içine koyabileceğimiz ürünler, genellikle değişik zamanlarda çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanmış yazıların bir araya getirilip kitaplaşmış şekilleridir. Bu eserlerde yer alan yazıların bir kısmı, inceleme, eleştiri yazısı olarak da görülebilir. Bunun yanında bir kitapta yer alan yazıların bir kısmı edebiyat, bir kısmı tarih, bir kısmı felsefe, bir kısmı başka konularda olabilmektedir. O bakımdan deneme türü için çok kesin sınıflandırma ve sınırlandırmalar yapılamamaktadır. Türk edebiyatında ilk deneme kitapları arasında , Ahmet Haşim'in Bize Göre (1928), Gurebahanei Laklakan (1928); Ahmet Rasim'in Eşkâl-i Zaman (1918) ve pek çok yazısı; Mahmut Sadık'ın Takvimden Yapraklar (1912); Refik Halit Karay'ın Bir Avuç Saçma (1939), Bir İçim Su (1931), İlk Adım (1941), Üç Nesil Üç Hayat (1943), Makyajlı Kadın (1943), Tanrıya Şikâyet (1944); Falih Rıfkı Atay'ın Eski Saat (1933), Niçin Kurtulmak (1953), Çile (1955), İnanç (1965), Pazar Konuşmaları (1966), Kurtuluş (1966), Bayrak (1970) gibi kitaplarını saymak mümkündür. Türk edebiyatında deneme türü, genellikle şair, romancı ya da hikâyeci kimliği öne çıkan sanatçılar tarafından ortaya konan ürünlerden oluşmaktadır. Birinci derecedeki vasfı "denemeci" olan yazar sayısı oldukça azdır. Nurullah Ataç (1898-1957), Sabahattin Eyüboğlu (1908-1973), Suut Kemal Yetkin (1903-1980), Mehmet Kaplan (1915-1986), Nurettin Topçu (1909-1975), Salah Birsel (1919 ), Vedat Günyol (1912 ), Enis Batur (1952 ), Cemil Meriç (19171987), Mehmet Salihoğlu (1922 ), Uğur Kökden (1934 ), Nermi Uygur (1925 ) bunlardan birkaçıdır. Aşağıdaki örnek, çağdaş bir deneme yazarımız olan Vedat Günyol'un bir denemesidir. Deneme/ Açıklama-2 Türk edebiyatında deneme gibi düzyazıya dayalı türler Tanzimat'tan sonra görülmektedir. Deneme türü özellikle Cumhuriyet Döneminde gelişmiştir. "Karalama Defteri" adlı metnini okuduğumuz Nurullah Ataç deneme türünün özgün örneklerini verdi. Günümüzde de çok sayıda yazar, duygu ve düşüncelerini bu yazı türüyle okurlarına ulaştırmaktadır. Deneme, yazarın herhangi bir konu üzerinde kesin hükümlere varmadan, kendi kişisel görüş ve düşüncelerini anlattığı yazı türüdür. Eskiden bu tür yazılara "kalem tecrübesi" denirdi. Hayat, ölüm, aşk, gurbet, sanat, felsefe, din ahlak, gelenek, siyaset gibi kişiyi veya toplumu ilgilendiren her şey denemeye konu olabilir. Deneme türünün ele aldığı konuların sınırı yoktur. Denemenin dil ve anlatım özellikleri Deneme, dil ve anlatım özellikleri bakımından öteki düşünce yazılarından farklıdır. Deneme türünde; yeniliklere kesin sonuçlara erişme, bir savı, düşünceyi kabul ettirmeye çalışma, kesin bir sonuca gitme gibi bir amaç söz konusu değildir. Deneme yazarı herhangi bir konu üzerinde düşüncelerini içtenlikle ve çoğu defa bir söyleşi ortamında açıklamaya özen gösterir. Anlatımında içtenlik, doğallık önde gelir. Deneme yazıları daha çok kısa bir makale veya köşe yazısı gibi bir çırpıda okunabilecek uzunlukta olur. Denemeler belirli bir plana göre oluşmaz. Deneme yazarı düşüncelerini, duygularını rahat bir şekilde kendi kendisiyle konuşur gibi yazarken birçok konuya da değinmekten geri kalmaz. Bu tür yazılarda asık suratlı bir anlatım ve belli bir plana göre yazma zorunluluğu yoktur. Yazarın kültür konularındaki birikimi, okuyucunun olaylara farklı pencerelerden bakmasını yeni duygu ve düşüncelerde rol almasını sağlar. Deneme, hangi anlatı türleriyle benzerlikler gösterebilir? Deneme yazıları zaman zaman eleştiri, köşe yazısı, makale, anı gibi türlere benzetilebilir. Bu özelliği nedeniyle günümüzde belli bir türe sokulmayan yazılara deneme adı da verilmektedir. Deneme yazarlığı için ne tür özelliklere sahip olmak gerekir? Deneme yazarlığı, oldukça geniş bir dünyaya bakış, zengin bir edebiyat, sanat ve felsefe kültürü ile birlikte özgün ve durağan olmayan bir anlatış tarzı gerektirir. Sözünü ettiğimiz özellikleri kendinde barındıran yazarların denemeleri okura birçok alanda katkı sağlar, ufuklarını zenginleştirir. Deneme yazarı en çok nelerden esinlenir? Deneme türünde yazarın kişisel duyguları, düşünceleri, istekleri, hayalleri ön sırada yer alır. Bu yüzden deneme yazılarında yazar birçok kültür ögesinden yararlanırsa da daha çok kişisel deneyimlerinden, yaşantılarından esinlenir. Denemenin tarihsel gelişimi nasıl bir çizgi izlemiştir? Bazı edebiyat tarihçileri denemenin önce Japonya, Çin, Hindistan gibi Doğu ülkelerinde başladığı düşüncesindedirler. Ancak denemenin bağımsız bir edebiyat türü olarak benimsenmesi 16. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşir. Bunda Fransız yazarı Montaigne'in (1533-1592) büyük payı vardır Montaigne'in ilk iki cildi 1580'de, üçüncü cildi 1595'te okuyucuyla buluşan Denemeler adlı eseriyle bu türün öncüsü ve temsilcisi olduğunu görürüz. Deneme türünün en önemli yazarlarından bir de ingiliz F.Bacon (1561-1626)'dır. Bacon, özlü denemeleriyle insanlara yol gösteren bir yazar olmuştur. Çağdaş ingiliz yazarları arasında denemeleriyle de ün kazanan şair ve yazarlardan T.S. Eliot (1888-1965) ve AHuxley (894-1963)'i de unutmamak gerekir. 16.yüzyılın sonlarında deneme, özellikle edebiyat ve sanat konularında eleştiri ağırlıklı bir nitelik kazanmaya başlar. R. de Gourmont (1888-1915), B. Julien (1867-1956), Albert Camus (1913-1960), E.C.Alain (1868-1951) ve Jean-Paul Sartre (1905-1980) gibi yazarlar eserleriyle deneme türüne çağdaş bir içerik kazandırmayı başarmışlardır. Denemeci bir dil ustasıdır. Yazdığı her cümleyi pırıl pırıl işleyerek ortaya çıkarır. Daha önce de belirttiğimiz gibi deneme türünün öncüsü Montaigne'dir. Montaigne tipi denemelerden farklı özellikleri taşıyan denemeler de kaleme alınmıştır. Bunlara bilimsel yazınsal, eleştirel gibi adlar verilmiştir. Türk edebiyatında Ahmet Haşim'in, Vedat Günyol'un, Orhan Burian'ın, Nermi Uygur ve Füsun Akatlı'nın denemeleri bu tür nitelendirmeler içinde değerlendirilmiştir. Deneme türünden eserleri içerik ve anlatım özellikleri bakımdan "senli benli" ve "düzenli" olmak üzere ikiye ayırabiliriz. "Senli benli" deneme Fransa'da Montaiqne'le başlamıştır. Bu yazılarda canlı ve içten bir dil kullanılır. Betimlemeye, mizaha ve nükteye oldukça geniş yer verilir. "Düzenli" denemenin ilk örneklerine Bacon'da rastlanır. Bu tür deneme yazılarında anlatım genellikle yoğun kısa ve özdür. Türk edebiyatında denemenin gelişim süreci nasıldır? Deneme türü Türk edebiyatına Tanzimat'tan sonra girmiştir. ilk denemeciler arasında Cenap fiahabeddin (Evrak-ı Eyyâm, Tiryaki Sözleri) Ahmet Haşim (Gurabahâne-i Laklakan, Bize Göre) Ahmet Rasim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay'ın adlarını sayabiliriz. Cumhuriyetten sonra gelişe n deneme türünde eser veren yazarlar arasında Nurullah Ataç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sabahattin Eyüboğlu, Suut Kemal Yetkin, Orhan Burian ve Mehmet Kaplan'ı gösterebiliriz. Adlarını saydığımız edebiyatçılarımızın arasında Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin ve Sabahattin Eyuboğlu'nun eserleri edebiyatımızda deneme türünün gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Özellikle son yıllarda edebiyatımızda deneme türünde yazıların çoğaldığını görürüz. Günümüzde yazdıkları denemelerle dikkati çeken yazarları arasında Melih Cevdet Anday, Vedat Günyol, Salah Birsel, Adnan Binyazar, Nermi Uygur, Memet Fuat, Uğur Kökden, Bilge Karasu, Doğan Hızlan, Enis Batur ve Oğuz Demiralp'in adları görülür. DENEME ÖRNEKLERİ Kitap Korkusu Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in¬san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben dü¬şünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. Şüphesiz insanı korumamız lâzım gelen vaziyetler vardır. Fakat bu vaziyetler daha ziyade ferdin kendi dışındaki vaziyetlerdir. Bir insanı kendi içinde, düşün¬cesinin mahremiyetinden korumağa hakkımız yoktur. Ortaçağ'dan bugüne kadar gelen zaman içinde insanlığın belki en büyük ka¬zancı bu basit hakikati kendisine mal etmesidir. (Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşadığım Gibi, s. 58-59) Servete Dair Servete, faziletin yükü, demekten daha iyi bir ad bulamıyorum. Ordu için ağır¬lığı ne ise, fazilet için de servet odur. Atılamaz; geride bırakılamaz. Sonra da yü¬rüyüşlere engel olur. Hatta bazen ordu, ağırlığa bakayım derken, savaşı kazana¬maz. Kazansa bile pahalıya mal olur. Bütün bir servetin, gerçek, hiç bir faydası yoktur. Belki etrafa dağıtmak için olur; o kadar. Ondan ötesi hayâl... Bakın Süley-man ne diyor; "Malın çok olduğu yerde yiyiciler de çok olur. Mal sahibine seyir¬den başka ne düşer?" Kurumlanmak için servet peşine düşmeyin. Hakkıyla kazanın; ölçü ile sarf edin. İçiniz yanmadan dağıtın; gönül rızası ile de bırakın, ama bir filozof, bir papaz gibi de parayı hor görmeyin. Zengin olmanın birçok yolları vardır; hemen hepsi de kötüdür. En iyilerinden biri tutumlu olmaktır; ama bu da kusursuz değildir. Çünkü insanı cömert olmak¬tan, hayır işlemekten alıkor. Toprağı işlemek en tabii zengin olma yoludur. O za¬man servet toprağın, o büyük anamızın bir nimeti olur. Ama bu iş ağır ilerler. Yi¬ne de zengin olanlar, çifte çubuğa sarılmayı küçük bulmazlarsa servetleri hadsiz hesapsız artar. Küçük sanatlarla, meslek erbabının kazançları haklarıdır. Bu türlü kazanç iki şeyle artar: Gayret göstermek, temiz ve doğru iş görür sanım kazanmak. Tefecilik, kazanç yollarının en eminidir; ama en kötülerinden de biridir. Çün¬kü böylelikle insan, ekmeğini başkasının alın teri ile kazanmış olur. Üstelik gü¬nah işler, Hep, kazanç muhakkak olan işler bekleyen insanın çok zengin olduğu nadir¬dir. Bütün malım birden tehlikeye sokan kimse de çokçası iflâs eder, yoksullaşır. Serveti hor görenlere sakın inanmayın. Hor görürler, çünkü artık ele geçire¬ceklerini ummazlar. Ele geçirince de böyleleri, zenginlerin en kötüsü olurlar. Me¬teliği arayacak kadar cimri olmayın, servetin kanatları vardır, bazen kendiliğinden uçar gider... Bazen da, belki daha fazlasını getirir ümidiyle sizin uçmanız ge¬rekir, (Francis Bacon, Denemeler, Çeviren: Saffet Korkut) SÜRÜ ADAMI Bir adam vardır ki, hiçbir düşüncesinde, hiçbir hareketinde "kendi kendisi" olamaz. Ne düşünse, ne yapsa, ne söylese kendini değil, men¬sup olduğu sosyeteyi, ırkı, muhiti ve dışarıdan aldığı telkinleri dile getirir. Kendiliğinden hiçbir şey bulmamıştır. Başka birinin sisteminden aldığı fi¬kirleri ve akideleri o sistemin sahibinden daha softaca müdafaa eder. İra¬desi de böyle dışarıdan gelme, yanaşma, iğreti bir hareket mihrakıdır. Bil¬mez ki, asıl kendi kendisi, kendi içi, sonsuz imkânların, keşfedemediği için körleşen ve tıkanan istidatların tükenmez hazinesidir. Örneğini ken¬dinde değil, hep dışarıda aradığı bir muayyen bir fikre, bir akideye başka¬sının kurduğu sisteme bağlanır, kalır. Artık ölünceye kadar hiçbir hayatın her şeyi her gün değiştiği hâlde o, sakallı feylesofundan yahut iktisatçı şeyhinden bellediği hiç değişmeyen bir kaç âyet içinde kalmaya mahkûm, ilerlediğini sanarak yerinde sayacaktır. İçinde hep sürü insiyaktan teptiği için, şahsiyetten mahrum, insana en uzak insandır bu. Bir ferttir, fakat şahıs değildir, çünkü onu teşhis için kendisine bakmaya hiç lüzum kalmaksızın, çömezi olduğu ideolojinin, içinde uyuştuğu telkin âleminin firmasını bilmek, onu iptonize eden sakal¬lının adını öğrenmek yetişir. Bu sürü adamlarının yüz bin tanesi bir tek şahsa muadil değildir. Nüfusunu gerçekten artırmak isteyen bir memleket, bunların sayısını azaltmakla işe başlamalı ve fertlerden değil, şahıslardan mürekkep bir sosyete kurmanın yoluna bakmalıdır. Peyami SAFA ________________________________________ Başparmak İnsanın en asil uzvu hangisidir? diye sorsalar hepimizin vereceği cevap budur: Dimağ! Hâlbuki dimağdan daha yüksek ve hattâ insanı diğer yaratıklardan ayıran ve onu bütün hayvanlara nazaran üstün bir mevkie çıkaran dimağ değil, sadece elinin başparmağı imiş. Başparmağın diğer parmaklarla birleşip iş görebilecek bir vaziyette olmasıdır ki in¬sana unsurlar üzerinde üstünlük imkânını veriyor. Bunu söyleyen tabiat tarihi ilmidir. Gerçekten birçok hayvanların parmakları yoktur, parmakları teşek¬kül etmiş olanlarda ise başparmak, insanda olduğu gibi elin diğer par¬maklarıyla uyuşamadığından faydalı bir iş görecek vaziyette değildir. İlk insan, zekâsıyla değil, sırf elinin biçimi sayesinde taştan bir balta yapmağa muvaffak olarak ağaç dallarını kesmiş ve mağara dışın¬da, güneş ve gökyüzü altında, ilk mimarî eseri yaratabilmiştir. İnsan me¬deniyetine başlayan, çekici ve testereyi tutan ilk eldir. Dağda, çölde ve or¬manda hayvan olarak kalan yaratıkların hepsi başparmaklarını kullanamadıkları için şehirler kuramamış, evler inşa edememiş ve netice¬de bir medeniyet kurmağa muvaffak olamamıştır. Başparmak, insan medeniyetinin yarısını vücuda getirdikten son-radır ki, dimağ, kemik mahfazasında tabiî uykusundan silkinerek konuş¬mağa başlamış ve belki insan işlerine karışması faydadan ziyade zarar vermiştir. Aklın başparmağa nazaran esaret veya galibiyetine göre medeni¬yet ilerlemiş veya gerilemiştir. Bütün taş ve demir sanayii başparmağın, felsefe ve edebiyat gibi boş hünerler de zekânın eseridir. Ortaçağı akıl, bugünkü Amerika'yı ise başparmak yapmıştır. Bizde de başparmağın akla ve ukalalığa üstün gelmesini temenni etmek hepimizin Kutsi bir vazifesi olmalı. Ahmet HAŞİM
 
  Bugün 3 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol